Yerel seçimlerden sonra iktidar ve ana muhalefet cephesinde bir “normalleşme, yumuşama” söylemi öne çıkarıldı.
CHP Lideri Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmesi, Erdoğan gelecek hafta Özel’e iade-i ziyarette bulunacak olması bu sürecin ilk adımı olarak gösterildi.
Ancak iktidarın tutumunda bir normalleşme, bir yumuşama yok.
Anlaşılıyor ki iktidarın normalleşmeden anladığı muhalefetin iktidara karşı yumuşaması.
İktidarın aldığı kararları eleştirmemesi hatta desteklemesi.
Oysa Türkiye’de anormalliği yaratan iktidar, muhalefet değil.
İktidarın Türkiye’yi kutuplaştırma, muhalefeti ötekileştirme politikasından vazgeçmediği ve geçmeyeceği anlaşılıyor.
Bunun ilk örneği kayyım sürecinin başlatılmasıyla anlaşıldı.
Bir taraftan normalleşme, yumuşama, toplumun her kesimiyle kucaklaşma mesajı veren iktidar diğer taraftan yeni seçilmiş Hakkari Belediye Başkanı Sıddık Akış’ı önce görevden aldı, sonra da gözaltına aldı.
Ardından Akış hakkında 10 yıldır sonuçlandırılmayan davayı mahkeme bir celsede sonuçlandırıp 19 yıla mahkûm etti.
Hakkari Valisi’ni de kayyım olarak belediye başkanlığına atadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da kayyım atamaların devam edeceği mesajını verdi.
Anlaşılıyor ki Hakkari’den sonra başka illere de kayyım ataması yapılacak.
Kayyım yönetimi normal bir yönetim değil.
Olağanüstü hal yönetimi.
Akış hakkında 10 yıldır sonuçlanmayan davanın kayyım atanmasından bir iki gün sonra hızla sonuçlandırılması dikkati çekici.
Akış hakkında düzenlenen iddianamede ağır suçlamalar var.
“PKK/KCK yapılanmasında üst düzey görev aldığı, örgüt adına sözde sorgulamalar yapıp sözde vergi topladığı, yasadışı yürüyüş, terörist cenazesi gibi eylemleri organize ederek eylemlere katılım sağlamak amacıyla halka ve esnafa baskı yaptığı, kepenk kapatmaya karşı çıkan esnafı PKK terör örgütü adına tehdit ettiği” gibi.
Böyle ağır iddialar taşıyan bir davanın 10 yıldır sürüncemede bırakılması da düşündürücü.
İddiaların çoğu telefon dinlemelerine ve gizli tanık ifadesine dayanıyor.
Gizli tanıdığın ise itirafları var.
Gazeteci Sinan Aygül, gizli tanığın 2012 yılında yazdığı mektubu paylaştı.
Gizli tanık mektubunda şöyle diyor:
“4 yıldır tanımadığım kişiler hakkında polislerin hazırladığı iddiaların altına imza atıyorum. 2009’da Hakkari Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi’nde gördüğüm baskı, tehdit ve şantaj sonucu ifade vermeyi kabul ettim. Bana baskı uygulayanlar arasında Hakkari Savcısı da vardı. Bundan sonra birçok kişi hakkında ifadeler verdim ancak hiçbir ifadem doğru olmadığı gibi bunların tamamı polisler tarafından hazırlandı.”
Çok ağır iddialar içermesine karşın Akış hakkındaki davanın 10 yıldır sonuçlandırılmamış olması, bu süre zarfında Akış’ın Hakkari’de serbestçe siyaset yapmaya devam etmesi ancak DEM Parti’den belediye başkanı seçildikten sonra gözaltına alınıp mahkûm edilmesi kararın hukuki olmaktan çok siyasi olduğu kuşkusunu güçlendiriyor.
Anlaşılıyor ki bundan önceki iki yerel seçim sonrasında yaptığı gibi iktidar bu yerel seçim sonrasında da DEM Parti’den seçilen belediye başkanlarının yerine kayyım atamaya devam edecek.
Anayasa ve yasaya göre görevden alınan belediye başkanının yerine belediye meclisinin kendi üyeleri arasından birini başkan seçmesi gerekiyor.
Ancak iktidar bu hükümleri de uygulamıyor.
Seçilmiş belediye başkanları yerine atanmış valilerle belediyeleri istediği gibi yönetmeyi tercih ediyor.
Elbette buna hukuka uygun demokratik bir yöntem ve yönetim demek mümkün değil.
Hele “normal” demek hiç mümkün değil.